Ertuğrul Güngör ve Faruk Ertekin’in “Untraditional”ı
Anna Laudel İstanbul, geçtiğimiz günlerde Ertuğrul Güngör ve Faruk Ertekin’in “Untraditional” başlıklı sergisine ev sahipliği yaptı. Seramiğe farklı bir perspektiften yaklaşan, izleyiciler içim yeni bir dünyanın kapılarını aralayan sergi, sanatçılara dair sunduğu göndermelerle de dikkat çeker.
“Untraditional”, öncelikle başlığı itibariyle bizlere çok şey söyler. Gelenek dışı olarak anlamlandırılabilecek, geçmiş ile bağları ve geçmişin kültüre etkisi üzerine yeni sorgulamaların önünü açabilecek bu başlık, doğası gereği izleyicileri düşünmeye teşvik eder. Öncelikle böyle bir başlık koymak, daha başlangıçta izleyicileri kışkırtması ve aykırı bir işe ortak/teşvik etmesi bakımından kıymetlidir. İkincil olarak ise geleneğin nasıl kırıldığı veya kırılabileceği, üzerine düşünmeye değer olan ikinci hattı ön plana çıkarır. Tam da bu noktada Ertuğrul Güngör ve Faruk Ertekin’in sanata dair inşa ettikleri anlam dünyası kendisini gösterir.
Çocukluk ve ilk gençlik yıllarını Kütahya’da birlikte geçiren Ertuğrul Güngör ve Faruk Ertekin, yaşadıkları şehrin kültürel hafızasından esinlenerek yola çıktıkları sanat yolculuklarında seramik sanatını modern tasarım ögeleri ile yeniden yorumlamaları ile farklı bir ivme kazanır. Seramiğin hassas ve kırılgan doğasına rağmen edebi ve görsel kültürdekendisine büyük bir karşılık bulduğunu vurgulayan sanatçı ikilisi, kurdukları zıtlık ve benzerlikler üzerinden geçmişten bugüne doğru uzayan geniş bir hattı işaret eder, sanatlarını da bu hat üzerine inşa ederler.
Bir sanatçı ikilisi/girişimi/kolektifi olarak uzun yıllardır beraber çalışan Güngör ve Ertekin, geliştirdikleri ortak sanat pratiği ile kendilerine özel bir alan açar. Seramik gibi oldukça güç bir pratik etrafında kendi sanat yolculuklarını şekillendiren sanatçılar, öte taraftan bu denli geleneksel bir formu dönüştürmeyi de kendilerine birer misyon olarak kabul ederler. Asırlardır Anadolu coğrafyasının sahip olduğu temel değerlerden biri olarak kendisine yer edinen seramik, sanatçıların ellerinde yeniden hayat bulur. Bunu renk, form ve yapı gibi görsel/dışsal etmenlerden ziyade merkeze aldıkları hikâye ve anlatılarla kuran/geliştiren sanatçılar, kendi yolculuklarını da tam olarak bu yönde geliştirirler.
Sergi, öncelikle izleyicide “Bu, bildiğimiz seramik mi?” sorusunu uyandırır. Sanatçıların seramiği ele alış ve onun üzerinden çalışma biçimleri gerek işlerini gerekse ortaya koydukları anlatıları daha da anlamlı bir hâle getirir. Çoğunlukla birer kullanım nesnesi/maddesi olarak düşünülen seramiğe yeni bir form vermek için birçok farklı denemede/girişimde bulunan Güngör ve Ertekin, benzer şekilde sadece görünüş itibariyle değil, sahip oldukları renk ve desenlerle de seramiğe dair yeni girişimlerde bulunurlar. Her bir işte farklı bir konuyu ve meseleyi merkezine alan ikili, nihayetinde ortaya seramiğe dair katmanlı bir yapı çıkarır.
Sadece seramiği işleyerek değil, aynı zamanda onun üzerinden yeni hikâyelere/anlatılara alan açarak da kendi yıllarını arayan sanatçılar, böylelikle birer “hikâye anlatıcısı” olarak da dikkat çekerler. Özellikle üç parçadan oluşan ve serginin giriş katında izleyicilere seramiğin hikâyesini sunan iş, insan-mitoloji-geçmiş üçgeninde gerçekleştirdiği açılımlarla ön plana çıkar. Seramiğin tarihçesine ve insanın dünyadaki serüveninde kendisine açtığı alana da vurgu yapan bu iş(ler), kültürün zaman içerisinde nasıl oluşup şekillendiğini/geliştiğini de görünür kılar.
“Untraditional”, Erken Cumhuriyet dönemi yağlı boya eserlerinden İznik çinilerine, geleneksel kadın motiflerinden seramik sanatına uzanan geniş bir imgelem havuzundan beslenirken seramiğe dair ortaya koyduğu yenilikçi yaklaşımla da dikkat çeker. Eleştirel düşünceye sahip sanatçıları övgüyle selamlayan sergi, izleyiciye sunduğu kendine özgü anlatım dünyası ile çok katmanlı bir serüven vadeder.